SUNUCU- Sevgili izleyenler, TRT Haber ekranlarında çok özel bir yayınla,
çok özel bir röportajla karşı karşıyayız sizlerle birlikte. Çok kıymetli
bir konuğumuz var. Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan yayın konuğumuz.
Sayın Bakanım, öncelikle hoş geldiniz yayınımıza.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Teşekkür ederim.
SUNUCU- Tabii çok yoğun bir gündemin içerisindesiniz. Çok ciddi bir görüşme
trafiğinin tam ortasındasınız. Böyle bir süreçte ilk televizyon yayınınızı
TRT Haber’le birlikte yapacağız. Öncelikle teşekkür ederek başlamama izin
verin lütfen.
Tabii sonrasında da en önemli mesele, son günlerde bütün bu yoğunluğun
belki de ana konusu, İsrail-Filistin meselesi. 2 hafta geride kaldı yaşanan
olaylarda. Çok ciddi can kaybı var. İlk güne gidecek olursak, her şeyin
başladığı nokta, 7 Ekim’de, aslında herkes için şaşırtıcı bir süreçti. Siz
nasıl değerlendiriyorsunuz bu olayların başlangıcını? Sonrasında bugününü ve
geleceğini de konuşacağız elbette.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Çok teşekkür ediyorum öncelikle programınızda
ağırladığınız için.
Ekranları başında bizleri seyreden seyircilerimize de sevgilerimi,
saygılarımı sunuyorum.
Tabii Filistin meselesi bizim için önemli bir mesele. Çeşitli aşamalardan
geçmiş bir konu. 7 Ekim’de başlayan son kriz, son dram da bizi gerçekten
fazlasıyla endişelendirmekte. Daha önce 2009’da, 2014’te Gazze kuşatmaları
olmuştu. İsrail’in yine Gazze’ye yönelik çok ciddi operasyonları olmuştu. O
dönemde de, Cumhurbaşkanımızın Başbakan olduğu dönem, Cumhurbaşkanı olduğu
dönemde de arabuluculuk görüşmelerinde ve diğer ilgili konularda
görevlendirdiği ekibin içindeydim. Konunun özellikle yakın tarihiyle beraber
tanıklarından biriyim.
7 Ekim’deki kriz aslında birçok ilgili çevrenin geleceğini gördüğü, fakat
üstünü örttüğü bir kriz. 7 Ekim’de başlayan Hamas saldırıları, aslında
İsrail’in özellikle son 10 yıldır bölgede yürüttüğü politikaların
yanlışlığının bir delili oldu. Kendisi için geliştirdiği ulusal güvenlik
sisteminin zafiyetlerini ortaya koymakla beraber, esas itibariyle diplomasi
yoluyla ortaya koymaya çalıştığı yapının, sistemin aslında bir başarısızlık
projesi olduğunu da gösterdi. Biz Türkiye olarak başından beri özellikle
İsrail’in sadece kendi komşularıyla barış yapıp Filistinlilerle iki devletli
çözümü kabul etmemesini stratejik bir hata olarak görüyorduk. Ama gerek
konuyu Amerikan merkezli anlatan mecralar, gerek Avrupa’nın bunu satın
alması, bölgede bu konuyu destekleyen unsurlarla beraber, hikaye sanki
doğrunun kendisiymiş gibi sunulmaya başladı. Ama biz biliyorduk ki, bu kriz
bir yerden patlak verecek. Çünkü her ne kadar İbrahim Anlaşmaları ile
birtakım şeyler ilerliyor gibi gözükse de, esas itibariyle konunun muhatabı
olan Filistinlilere yönelik baskının, zulmün daha sistematik, daha yaygın
ve daha sık hale geldiğini gördük. Bunun bir yerde patlayacağı aşikardı.
Yani bunun bir şekilde patlaması ve arkasından bu krizin doğması aslında
kimse için şaşırtıcı olmamalı.
SUNUCU- Peki, bugüne geldiğimizde, 2 hafta geride kaldı ve Gazze’de
gerçekten bambaşka bir süreç yaşanıyor. Biraz önce de bahsettiniz,
2009-2014’te bu süreçler göz önündeydi. Ama örneğin 2014’de ben
Gazze’deydim, karşılaştırdığımızda bambaşka bir nokta var. Örneğin o dönem
elektrik vardı. Su vardı. Şimdi elektrik de yok, su da yok. Hastaneler
bombalanıyor, camiler bombalanıyor. Güneye doğru bir kanal bir anlamda
açıldı deniyor. Ama bu sefer güneyde de bombalamalar devam ediyor. Siz
bütün bu yaşananları hem Dışişleri Bakanı Hakan Fidan olarak, hem de bir
insan olarak baktığınızda nasıl görüyorsunuz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şu anda esas itibariyle bir insanlık dramı
yaşanmakta, yani bunun hiç lamı cimi yok. Bunu açıkça ifade etmek
gerekiyor. Bu resmi bütün çıplaklığıyla ortaya koymak gerekiyor. Bu
insanlık dramı karşısında biz ne yapıyoruz devlet olarak, birey olarak,
bölge ülkeleri olarak, Birleşmiş Milletler olarak? Yani bütün ulus devlet
sistemi, bütün uluslararası sistem, bütün bölgesel ittifaklar bu konu
karşısında ne yapıyorlar? Buna bakmak gerekiyor.
Şimdi bu kriz, söylediğiniz gibi bir önceki krizden gerçekten farklı. Çünkü
İsrail burada çok büyük bir intikam peşinde. 7 Ekim’de verdiği kayıplar şu
ana kadar 73’ten beri verdiği en büyük kayıplar. Bu kaybın telafisini
barışta değil, intikamda gördüğü için büyük bir misilleme peşinde. Fakat bu
misillemeyi yaparken sivil nüfusa dikkat etmemesi, onların altyapısının,
üstyapısının her türlü şekilde bombalanması ve toplu cezalandırma yolunu
tercih etmesi, şu anda aslında insanlık için çok ciddi bir endişe kaynağı
olmalı. Bizim ülke olarak ortaya koyduğumuz tavır, bunun hiçbir şekilde
hiçbir hafifletici sebebe gitmeden, bahane getirmeden bir kriz olarak
tanımlanması. Bir insanlık suçu olarak nitelendirilmesi. Buna yönelik tavrın
alınması ve buna öncülük etmek.
Bugün itibarıyla Gazze’de elektrik yok, su yok, topyekun kuşatma var.
Söylediğiniz gibi İsrail şu anda geliştirdiği savaş stratejisiyle özellikle
kuzeyden başlayarak güneye kadar belli alanları boşaltılması gereken
alanlar olarak tasnif etmiş durumda. Bunu bir savaş stratejisi olarak ortaya
koyuyor. Buna göre de çok yaygın bombalamalara girmiş durumda. Şu anda
özellikle sivil nüfusun kuzeyde yaşadığı yerlerin büyük bir bölümü
bombalanmış durumda. 1 milyondan fazla insan güneye gitmiş durumda. Şimdi
insanlar güneyde kalmakla Mısır’a gitmek arasında bir tercihe
zorlanıyorlar. Bu da olayın başka bir kriz boyutu. Onu da ayrıca ifade
etmek gerekiyor.
SUNUCU- Peki, şimdi baktığımız zaman, Türkiye aslında sadece
İsrail-Filistin meselesinde değil, son dönemdeki bölgede gelişen her krizde
iki tarafla da bir şekilde diyalog kurabiliyor. Bu noktada taraflarla olan
diyalogu nasıl değerlendiriyorsunuz siz? Hem İsrail, hem Hamas tarafıyla?
Neler söylersiniz bu noktada?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Şimdi krizin bütün taraflarıyla mümkün
olduğunca temas içerisindeyiz. Birkaç kulvarda bu işi götürüyoruz.
Birincisi, şu anda özellikle Gazze’de yaşanan dramdan dolayı bu dram nasıl
sona erdirilebilir, bir ateşkes, bir insani yardım, mümkünse esir takası
gibi kolaylaştırıcı unsurlar nasıl hayata geçirilebilir buna ilişkin
yürütülen çalışmalar var. Asıl daha kapsamlı çalışmaları da bölgeye kalıcı
güvenliği ve barışı getirecek yapı ne olmalı, buna yönelik yapmak
gerekiyor. Bu noktada atılan adımlar var.
Burada tabii şu anda olayın sıcaklığı nedeniyle taraflar çok ciddi bir
çatışma içindeler. Sıcak savaş vuku bulmakta. İsrail’in Gazze’deki askeri
hedeflerine ulaşması için ortaya koyduğu çabaya Amerikalılar da şu anda
ortak olmuş durumdalar. Hem Amerikan Başkanının, hem milli güvenlik
yetkililerinin, hem askeri makamların yaptığı değerlendirmelere,
açıklamalara baktığımız zaman görüyoruz ki, Amerika özellikle Gazze’ye
yönelik operasyonlarda, Hamas’a yönelik operasyonlarda, İsrail’le beraber
hareket etme konusunda, onu destekleme konusunda tam bir fikir birliği
içerisinde.
Tabii burada şunu görmek gerekiyor: Ortada sadece Hamas ve İsrail yok.
Filistinli diğer gruplar var. Bölgede Filistin davasına müzahir diğer
silahlı gruplar var. Başta Hizbullah olmak üzere. Hizbullah’ın bir
angajmana girmesi neticesinde Hizbullah tek başına kalacak durumda değil.
Özellikle İran’a müzahir diğer gruplar, Irak’taki Haşdi Şabi, Suriye’deki
milisler ve Yemen’deki Huti’ler olmak üzere çok geniş bir yelpazede bu
olayın muhtemel tarafı olmaya hazır gruplar da var.
Hem bölgedeki devletler, hem bölge dışındaki ilgili devletlerle, hem devlet
aktörleri, hem de devlet dışı aktörlerle çok yoğun bir diplomasimiz var.
Birincisi, konuya ilişkin tarafların pozisyonlarını net alıp ona göre bir
analiz yapmak gerekiyor.
İkincisi, taraflar yürütülen çalışmalarda nerede duruyorlar, neyi görmek
istiyorlar, onu görmek gerekiyor.
Bizim geliştirdiğimiz politika, Cumhurbaşkanımızın vizyonu doğrultusunda,
esas itibarıyla çatışmaları sonlandırıp insan dramını önlerken bir sonraki
aşamada mümkünse daha büyük çatışmaları değil, barışın yolunu açıcı bir
çabaya girmek. Şimdi buna yönelik yapılan çalışmalarda belli konuları
şimdiden tartışmaya da başladık.
SUNUCU- Hem bu sürecin taraflarıyla irtibat halindesiniz, hem de geride
kalan iki haftaya baktığımız zaman neredeyse her gün çok yoğun bir
diplomasi trafiğinin de içindesiniz üçüncü ülkelerle. Bu görüşmeler nasıl
ilerliyor? Bir de hep örnek veriyorum, bir ziyaret gerçekleştiğinde basın
toplantılarındaki mesajları biliyoruz. Ama basın toplantısının dışında da
konuşurken sürece dair ya da Türkiye’den beklentilerine dair bizimle
paylaşabileceğiniz özellikle vurguladıkları şeyler var mı? Nasıl görüyorlar
diğer ülkeler bu süreci ve Türkiye’nin bu süreçteki pozisyonunu?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Türkiye’nin, az önce ifade ettiğim gibi, iki
kulvarda da gerçek ve sahici bir rol oynamasını isteyen taraflar var.
Özellikle samimi bir şekilde bize gelip kendi rehinelerinin kurtarılmasını
isteyen taraflar var, ülkeler var. Yani Hamas’ın 7 Ekim günü alıkoyduğu
diğer ülke vatandaşlarının ait olduğu ülkeler bize geliyorlar. Diyorlar ki,
bizim vatandaşlarımız var bunların kurtarılmasıyla ilgili girişimlerde
bulunur musunuz? Bu şu anda bizim üstünde çalıştığımız konulardan biri.
Cumhurbaşkanımız da bu konuda fevkalade hassas, özellikle sivillerin geri
gönderilmesi konusunda. Biz bunu Hamas’la görüştüğümüz zaman burada şu anda
savaş şartlarından dolayı esas itibariyle kendilerinin de çok fazla bu
grupları bir araya getiremediğini, bu gruplarla ilgili bir inisiyatifin
kullanılabilmesi için sessiz bir zamana ve sürece ihtiyaç olduğunu ifade
ediyorlar. Tabii İsrail askeri nedenlerden dolayı bu ateşkes dönemini pek
vermek istemiyor. Yani şu anda bunun müzakereleri var.
Diğer taraftan, insani yardımlara ilişkin şu anda yürüyen çalışmalar var.
Geçtiğimiz hafta Kahire’deydim. Orada yaptığımız görüşmelerde, biliyorsunuz
Gazze’ye Refah Sınır Kapısı üzerinden yardım yapılıyor, orada El-Ariş
Limanına getirilen çok sayıda insani yardım var. Türkiye’den şu ana kadar
80 ton insani yardım gitti. Başka ülkelerden de geliyor. Diğer ülkelerle de
koordinasyonumuz devam ediyor. Mısır bu konuda çok ciddi kolaylaştırıcı bir
rol oynuyor. Onları da tebrik etmek gerekiyor. Ama içeriye henüz bir şey
götürülebilmiş değil. Bunları yaparken, diğer taraftan ülkelerle
konuştuğumuzda şunu görüyorsunuz: Filistin meselesi, İsrail’i de
ilgilendiren bir konu olduğu için, Amerika’nın ve Batı’nın koşulsuz
desteğini alan İsrailliler, Filistin meselesinde kendi görüşünü açıklamak
isteyen, kendi gerçek sahici tavrını ortaya koymak isteyen bölge ülkelerini
bile inanılmaz derecede baskı altına almış durumdalar yıllardır. Bu
ülkelerin teker teker baskı altına alınmaları, ufak teşvik edici maddi ve
ticari konularla ve siyasi teşviklerle bunların politikalarını İsrail
lehine kolaylaştırmaları yıllardır süre gelen bir pratik. Bizim
anlattığımız şu: Bütün bu sistemin ortaya çıkardığı ilişkiler ağı şu anda
barışı getirmiyor. Ne İsrail’e, ne Filistin’e güveni getirmiyor. Burada
sistematik olarak uygulanan büyük bir yalan var ve bu yalanın artık açıkça
ifade edilmesi ve sahici olarak uluslararası toplumun bu meseleyi sahiplenip
iki devletli çözümü mümkün kılması gerekiyor. Aksi takdirde bu kriz 2014
krizinden daha büyük. 2014 2009’dan daha büyüktü. Bundan sonraki kriz de
bugünkü krizden daha büyük olacak. Yani bu akıl eden bütün insanlığın
göreceği bir gerçek. Şimdi bu gerçeği görüp de bunun gereğini yapmamak
ancak rasyonaliteyle değil, aşırı politize olmuş, biraz da çok yoğun bir
kimlik politikası izleyen daha çok Siyonizmi ve Siyonist çevreleri
destekleyen yapıların ortaya koyduğu bir tavır. Şimdi bu sarmalın içinden
çıkmak için neler yapılmalı bunun arayışı içindeyiz. Bunun da açıkçası
diplomasiyle ilerletilebilecek çok ciddi alanlarının olduğunu düşünüyoruz.
Gerek İslam İşbirliği Teşkilatı, gerek Arap Ligi, gerek Birleşmiş Milletler
platformu Türkiye’nin aslında bu görüşlerini ilerletmesi için uygun
ortamlar diye düşünüyorum.
SUNUCU-Biraz önce de dediniz, mevcut durum barışı da getirmeyecek,
güvenliği de getirmeyecek, huzuru da getirmeyecek diye. Ne getirecek peki?
Bu özellikle, İsrail-Filistin başta olmak üzere Ortadoğu’daki ana
sorunlardan bir tanesi. Nasıl çözebiliriz? Pek çok ülke aslında bunun bir
sorun olduğu konusunda hemfikir. Ama çözüm konusunda deyim yerindeyse
herkesin farklı projeleri var. Cumhurbaşkanımız, Birleşmiş Milletler başta
olmak üzere pek çok noktada çözüm önerilerini dile getiriyor. Ama neden
Türkiye’nin çözüm önerisi bu kadar önemli? Biz bu meseleyi çözüme ulaştırma
konusunda nasıl bir inisiyatif içindeyiz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Az önce de ifade ettiğim gibi. Birincisi,
bizim ortaya koymaya çalıştığımız görüş gerçekten her iki tarafın da sahici
olarak güvenliğini gözeten bir görüş. Yani burada mümkün olduğunca
gerçekçi, iki tarafın da menfaatini gözeten, Filistinlilerin ihmal edilmiş
haklarını geri veren, bölgede herhangi bir şantaja maruz kalmadan veya
kaldığı zaman da umursamadan yaklaşımımızı ortaya koyabilecek bir durumda
olduğumuz için bizim görüşümüz kıymetli. Özellikle Cumhurbaşkanımızın
tavrını biliyorsunuz mesele Filistin meselesi olduğu zaman, mesele diğer
stratejik konular olduğu zaman… Ülkemizi, bölgemizi, milletimizi, İslam
dünyasını, Türk dünyasını yakından ilgilendiren hiçbir konuda hiçbir
dayatmayı, hiçbir baskıyı, hiçbir şantajı kabul etmiyor. Şimdi bu böyle
olunca sizin görüşünüz sahici olarak değer görüyor. Fakat bölgedeki birçok
ülke belli konularda Filistin konusundaki gerçek tavrını ortaya koyamıyor.
Bunun nedeni her ülkenin kendi başına ciddi siyasi, ekonomik, güvenlik
problemlerinin olması ve bu konuda Batı’yla, Amerika’yla bir tür alışveriş
içerisinde olmaları. Tabii bunların kendilerine karşı bir manivela olarak
kullanılması, bir koz olarak kullanılması ve İsrail lehine tavıra itilmesi,
bu ülkeler nezdinde yaralayıcı bir durum. Ama İsrail’in de bugüne kadar
ortaya koyduğu politikayı engellemeyen bir durum olarak karşılarına
çıkıyor. Türkiye ise burada bu problemlerden bağımsız bir şekilde, yani
Batı’nın dışında. İslam dünyasından, bölgeden sahici olarak Filistinlilerin
haklarını savunmak için neler yapılması gerekir? Nasıl adımlar atılması
gerekir? Daha da önemlisi, biz bu konuda elimizi taşın altına sokmaya
hazırız noktasında olan bir ülkeyiz. Bence bizi kıymetli yapan bu. Bu konuda
biz bir irrasyonalite içerisinde değiliz. Stratejik hesaplarımızda bir
yanlış hesaplamaya gitmiş değiliz. İnançlarımızın ve duygularımızın
düşüncelerimizi daralttığı bir durumda da değiliz. Biz son derece açık bir
zihinle, stratejik hesaplarımızı yaparak bölgedeki aktörlerin, hegemonların
ve devlet dışı diğer aktörlerin ne türden etkileşimler içerisinde olduğunu
görerek, bugüne kadar aldıkları tarihsel tavırları da göz önüne alarak bir
çıkış içerisindeyiz. Aslında biz birebir diğer ülkelerle de konuştuğumuz
zaman, özellikle bölge ülkeleriyle, bu konuda bizden ayrı düşündüklerini
görmüyoruz. Problem ne düşündüğümüz değil. Yani burada bir ayrılığımız yok
çoğu zaman. Temel problem ortaya ortak tavır koymada veya tek taraflı tavır
koymada. Tavır geliştiremiyor İslam dünyası. Bugüne kadar çok ciddi şekilde
ciddi kınamalarımız oldu ve bu kınamalar çok fazla sonuç getirmedi, yani
bölgede hiç kimsenin gönlü buna razı değil. Yani hangi ülkeye giderseniz
gidin, burada şimdi isim vermek istemiyorum, gerçekten bu konu o kadar
tatsız ki onlar için. Hatta birçoğunun bu konuyu konuşmamasının sebebi bu
tatsızlığı kendi zihinlerine, kendi kalplerine getirmemek için. Çünkü bir
çaresizlik sarmalı içindeler, biz artık bu sarmaldan çıkılması gerektiğini
düşünüyoruz. Biz İslam dünyasının gerekli diplomatik platformları kullanması
durumunda insanlığı da bu sarmaldan çıkartıcı bir uyarıcı görevi
oynayabileceğine inanıyoruz. Buna da muktedir olduğumuzu düşünüyoruz. Yeter
ki İslam ülkeleri, Filistin konusunda kendi potansiyellerini görsünler.
Çünkü şöyle bir gerçeklik var: İki devletli çözümü, Filistinlilerin
haklarının verilmesini, onlara karşı yürütülen zulmün durdurulmasını
desteklemeyen doğuda ve batıda, kuzeyde ve güneyde hiç kimse yok. Fakat
bakıyorsunuz zulmün kendisi tüm hızıyla devam ediyor ve giderek daha da
boyut kazanıyor, daha sistemli hale geliyor ve giderek daha umursanmaz hale
geliyor. Şimdi hal böyleyken insanlığın kendini kandırdığı bu noktada bizim
ortaya daha nitelikli bir tavır koymamızın bir anlamı olmalı diye
düşünüyorum.
Öbür takdirde gerçekten birçok konuda olduğu gibi, yani medya organlarında
da bu çok ortaya çıkıyor, medya üzerinden üretilen gerçeklik algısının çok
sistemli işlendiği zaman jeostratejik konularda da işe yaradığını
görüyoruz, Filistin meselesi de bunlardan biri. Bizim gerçeklik odağımızı
kaybetmeden rasyonel politikalar geliştirerek ve muhatap olduğumuz
aktörlerin de kapasitelerini hesaba katarak ilerlettiğimiz bir süreç var,
bu sürecin inşallah hayırlara vesile olacağını düşünüyorum. Daha da
önemlisi, bunun bölge için hayırlı olduğunu biz düşünüyoruz. Daha iyi
görüşü olan varsa, özellikle barışı ve güvenliği sağlayacak, onu da
dinlemeye hazırız.
SUNUCU- Çok önemli bir vurgu bu aslında. Biraz önce de söylediniz, Batının
tavrı konusuna dönmek istiyorum. Şimdi bulunduğumuz coğrafyada acı tek
değil, birkaç yıldır Rusya-Ukrayna sürecinde gerçekten çok sancılı bir
süreç yaşanıyor, Türkiye o noktada da yine devrede, ama özellikle Batının
tepkisine baktığımız zaman Rusya-Ukrayna’daki tepki çok net ve çok sertti
bir anlamda. Biz benzer bir tepkiyi Gazze’de görmüyoruz mesela. Örnek
veriyorum: Suların kesilmesi, elektriğin kesilmesi. Bunlar doğrudan sivil
halkı etkileyecek süreçler. En azından basın olarak biz baktığımızda
Batının bu noktada verdiği tepkileri Rusya-Ukrayna’yla karşılaştırdığımızda
çok zayıf ya da hiç tepki yok şeklinde görebiliyoruz. Siz nasıl
görüyorsunuz bu süreci?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu önemli bir tespit, az önce ifade ettiğim
hususu da aslında ispat eder nitelikte bir tespit. Yani Batı için üretilmiş
gerçeklik algısı Ukrayna’da bir hareketi desteklerken, Filistin’de başka
bir hareketi destekliyor, günün sonunda aslında aynı denklemin aşağı yukarı
olduğu bir noktada iki taraf da. Eğer Ukrayna için bir argüman
getiriyorsanız, aynı argümanı Filistin için de getirmeniz gerekiyor. Burada
az önce de ifade ettim: Gerçekten değerlere ve prensiplere dayalı,
evrensel, ahlaki normlar üzerinden bir politika üretimi yok ortada, bunu da
beklemiyoruz zaten. Çok fazla politize edilmiş kimlikler üzerinden
yürütülen bir politika var, burada İsrail’in kayıtsız şartsız her konuda
desteklenmesi sonucunda ortaya çıkan bir konu var.
Yalnız şunu unutmamak gerekiyor: Yapılan her eylem, her iş muhakkak iyi
veya kötü bir süreci tetikliyor. İnsanların düşünce dünyasında olabiliyor,
insanların ve devletlerin pratiklerinde olabiliyor, bu konuda atılan her
türlü vicdan yıkıcı adım ve operasyon günün sonunda uluslararası hegemonik
sistemin iflasının hızlandırılmasıyla sonuçlanacak. Şu anda büyük ölçüde
zaten iflas etmiş durumda. İnsanları, özellikle hegemonik baskı altına
aldığı insan gruplarını, bir noktada kandırdığı bir alan vardı, ama giderek
o büyüsünü de kaybettiğini görüyoruz. Yani insanlık vicdanının aslında
anlatılan hikâyeyle örtüşmesi için belli bir miktar samimiyete, doğruya ve
tutarlılığa ihtiyacı var. Filistin meselesinde Batının hem kendine
söylediği bir yalan var, hem dünyaya söylediği bir yalan var, o yalan
üzerine de açıkçası ciddi bir sistem kurulamaz, giderek büyük bir kan kaybı
da oluyor, onu da görüyoruz.
SUNUCU- Peki, böyle bir pozisyon çözümün mü bir parçası olur, sorunun mu,
tabii akıllardaki soru işaretlerinden birisi de bu oluyor galiba değil mi?
Amerika Birleşik Devletleri’ne bakıyoruz, şimdi geçtiğimiz günlerde belki
de İsrail-Filistin meselesinde yıllar boyu unutulmayacak, simge olabilecek
bir saldırı yaşandı hastaneye ve bu saldırının sabahında ABD Başkanı
İsrail’e bir seyahat gerçekleştirdi. Böyle sarılarak, kucaklaşarak, çok
samimi görüntüler verdi sembolik olarak ve hatta basın toplantısında da çok
net mesajlar ve bir anlamda taraf görüntüsü verdi. Bunu nasıl yorumlamak
lazım, bu gerçekten çözümün tarafı mı, yoksa sorunun tarafı mı, nasıl
yorumlamak lazım bunu?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Az önce de ifade ettim, yani Amerika ve bazı
ülkeler, yani stratejik bir akılla hareket etmiyorlar belli konularda,
evanjelist tabanda metafizik bir inanç hâline dönüşen İsrail Devleti’nin
desteklenmesi meselesi Amerikan siyasetçilerinin çoğu zaman rasyonel bir
politika izlemesinin önündeki en büyük engel, bunu zaten ilgili kesimlerin
hepsi biliyorlar. Şimdi bu türden gerçeklikler varken tabii siz rasyonel
izahlarla çok fazla şey yapamıyorsunuz, burada usta diplomatik araçlar
kullanırken belli baskı alanlarının da işe yaradığını da açıkçası görüyoruz.
Bu aslında Amerika açısından çok kan kaybettirici bir durum, yani kendi
moral üstünlüğünü son derece kaybettiren ve dünyaya neredeyse söyleyecek
bir söz bıraktırmayan bir konu.
Şimdi özellikle bu hastane bombalanması meselesine baktığınız zaman, 500’e
yakın sivilin orada şehit edilmesi büyük bir insanlık dramı ve İsrail Ordu
Sözcüsü ilk anlarda çıktı, dedi ki: “Biz uyarmıştık hastaneler boşaltılsın
diye, bizim sözümüzü dinlemediler” ifadesi oldu. Bu aslında zımnen bunun
kabulüydü. Fakat daha sonra, buradan ortaya çıkan moral pozisyon kaybının
getireceği dezavantajı hesaba katan daha farklı kesimler, özellikle Biden
da o gün oraya gidiyordu, hikâyeyi değiştirdiler, başka bir boyuta
taşıdılar. Şimdi tabii Biden’ın bu şartlarda oraya gelmesi ve Gazze’deki
yıkıma bir bakıma onay verir durumda olması tabii ki tarih tarafından not
ediliyor. Bölgedeki ülkeler, Müslüman topluluklar, Batılı topluluklar bunu
görüyorlar. Bu birçok insan için sürpriz değil, ama Amerika için çok daha
farklı sonuçları doğurabilecek bir algı ortaya çıkıyor.
SUNUCU- Peki şimdi aslında tekrar bölgeye dönecek olursak, Refah’taki
girişimlerden bahsettiniz, Türkiye 80 tonluk bir yardım malzemesi gönderdi,
aslında sürece ilk yanıt veren ülkelerden birisiydi. Henüz içeri
giremediler, ama içeriden tabii çıkışlar da bu noktada soru işareti. İlk
günlerde Türkiye bildiğim kadarıyla vatandaşları için orada bir tahliye
süreci yürüttü. Yeni bir ihtimal var mı bölgede, işte ne kadar Türk
vatandaşımız var, onlarla irtibat halinde miyiz, onların çıkış talepleri
var mı ya da başka ülkelerin de talepleri var mı? Çünkü biz geçtiğimiz
yıllarda baktığımız zaman farklı ülkelerden de talepler geldi bizim
vatandaşlarımızı tahliye eder misiniz diye. O noktada böyle yeni bir
beklenti, yeni bir süreç ihtimali var mı?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Tahliyeler konusunda talepler var, şu anda
300 civarında vatandaşımız, bunların bir kısmı çifte uyruklu, tahliye
talebini gündemde tutuyor. Aslında biz bunu tahliye etmek istiyoruz, yani
onların oradaki varlığını biliyoruz, onlarla Başkonsolosluğumuz üzerinden
temaslarımız her zaman devam etti, bunun yanı sıra Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti vatandaşlığı olan, başka ülke vatandaşlığı olan, ama bizim
tarafımızdan tahliye edilmek isteyen insanlar da var. Bunların toplamda
sayısı şu anda 700 civarında. Dediğiniz gibi krizin ilk 1-2 gününde, sınır
kapısı bombalanmadan önce, bir miktar vatandaşımızı tahliye etme imkânımız
olmuştu. Mısır yetkilileriyle bir koordinasyon içerisinde belli miktardaki
vatandaşımızı oradan çıkarmaya başlamıştık, ama Refah sınır kapısı
bombalandıktan sonra geçişler şu anda durmuş durumda.
Burada şöyle bir problem var: İsrailliler, sınır kapısının açılıp
sivillerin oradan çıkmasını istiyorlar. Mısırlılar ise insanların gelmesini
değil, içeriye insani yardımın girmesini istiyorlar. Çünkü İsrail’in
istediği, Gazze’den mümkün olduğunca çok sayıda Filistinli sivili Gazze
dışına itip geri kalan yerde çok daha rahat askeri operasyon yapabilmek.
Şimdi tabii bu Mısır tarafından kabul edilebilecek bir durum değil.
Kahire’de olduğumuz dönemde, geçen hafta yaptığımız basın toplantısında bu
konuda Mısır’ın yanında olduğumuzu da söyledik. Çünkü bölgede özellikle
Mısır, Ürdün ve Lübnan’ın, üç ülkenin Gazze sorunuyla beraber
istikrarsızlaşma riski içerisinde olduğunu görmekteyiz. Biz Türkiye olarak
bu ülkelerin de istikrarsızlaştırılmasına karşı olduğumuzu ifade ediyoruz.
Şimdi bu nüfusu yerlerinden edip, Gazze’yi boşaltıp Mısır’a gönderme
konusunda Mısırlılar buna karşı çıkıyor. Dolayısıyla sınır kapısının ne
zaman ve hangi şartlarda açık olacağı meselesi şu anda hala devam eden bir
tartışma ve İsraillilerle Mısırlılar arasında müzakere ediliyor. Fakat bu
müzakere süreci devam ederken olan yardım götürülemeyen, çok zor şartlar
altında olan sivil nüfusa oluyor. Bu konuda Birleşmiş Milletler ile, bölge
ülkeleriyle yoğun temaslar var, yani herkes elinden geleni yapıyor şu anda.
SUNUCU- Peki, herkes gibi elbette Türkiye de elinden geleni yapıyor. Bu
noktada, gerek insani yardım faaliyetleri olsun, gerek örnek veriyorum
ateşkesin sağlanması olsun bir arabuluculuk ihtimali var mı? Artık son
dönemde nerede bir kriz olsa ilk sorduğumuz soru Türkiye arabulucu olur mu
oluyor. Bu noktada böyle bir ihtimal olabilir mi?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu konuda dediğim gibi birkaç türlü
çalışıyoruz. Ahmet Bey, bizim için gerçekten önemli olan, sorunun herkes
için iyi olacak şekilde çözülmesi. Burada Türkiye insanların dramı
üzerinden, bölgede yürüyen bir savaş üzerinden, tırnak içinde, bir kredi
kapma peşinde değil, biz bunu ahlaki de bulmuyoruz zaten, yani konu bu
değil. Ama jeostratejik olarak, rasyonel olarak, ahlaki olarak baktığınız
zaman, tarafların gönüllük esasına dayalı veya bizim şu da yapılabilir diye
gördüğümüz konularda, oynanabilecek ne rol varsa oynamaktan da geri durmayı
açıkçası hiç düşünmedik, düşünmüyoruz da.
Bu konuda tabii bütün taraflarla konuşabiliyor olmanız lazım, belli bir
miktar diyalog kanalının sürekli açık olması lazım. Biz her ne kadar
İsrail’in politikalarına, uygulamalarına, sivil halka yönelik yaptığı zulme
karşı çıksak da, arabuluculuk yapılabilmesi için belli bir noktada
temaslarınızın devam etmesi gerekiyor. Aynı şekilde Filistinli bütün
gruplarla, aynı şekilde Lübnan’da olan siyasi yapı ve gruplarla, Mısır’la,
Ürdün’le, İsrail’deki farklı sivil ve kamuya ait kesimlerle temaslarınızın
devam etmesi gerekiyor. Bizim temas konusunda açıkçası bir sıkıntımız yok,
bu konuda bunu yapıyoruz. Ama bizim gibi birkaç ülke daha var bu türden
temas trafiği olabilen, Katar’ın da bu konuda çabaları var, özellikle
rehinelere yönelik, fakat şu ana kadar bir neticeye ulaşılmış değil. Ama en
azından hangi şartlarda neticeye ulaşılabilir, taraflar ne düşünüyor,
tercihleri nelerdir, bir atılacak adıma karşı diğer tarafın vereceği cevap
ne olabilir, o konuları görmede bu temaslarımız çok işe yarıyor.
An itibarıyla, özellikle hem bizim Bakanlık olarak, hem de İstihbarat
Teşkilatımız üzerinden yürüyen yoğun temaslar var. İstihbarattaki
arkadaşlarımız da sağ olsunlar taraflarla iletişimin götürülmesiyle alakalı
yoğun mesai trafiği içerisindeler. Benim bölgeye yaptığım ziyaretlerde
gündeme gelen konular var. Bunlar tabii hayata geçene kadar belli bir
miktar mahremiyet içerisinde gitmesi gerekiyor. Önceki yıllarda Türkiye’nin
yaptığı arabuluculuk konularında da bize olan güvenin başlıca sebeplerinden
biri de birçok konuda mahremiyete riayet etmemizdi. Konu gerçekleşene kadar
zaten süreçlerle ilgili gizlilik prensibine her zaman için dikkat ettik.
Ama Cumhurbaşkanımızın en büyük önceliklerinden biri de, eğer arabulucu
rolü oynayarak gerçekten zulmün, kanın, gözyaşının durması noktasında
atabileceğimiz bir adım varsa onu her şekilde hiç çekinmeden atıyoruz, bu
olayın başından beri de böyle. Sadece Filistin’in krizinde değil,
biliyorsunuz birçok konuda da bu böyle, ama arabuluculuk çok hassas bir
konu, konuya çok ciddi vukufiyet gerektiriyor, taraflar nezdinde güven
tesis etmiş olmanız gerekiyor, bu konuda Elhamdülillah iyi olduğumuzu
düşünüyorum. Ama dediğim gibi önemli olan, kim yaparsa yapsın bu kan ve
gözyaşının durması.
SUNUCU- Bu vurgu çok önemli aslında Sayın Bakanım. Şimdi biz bütün bu
uluslararası krizlerde kimi zaman şunu görürüz, çok da sıklıkla görürüz
itiraf etmek gerekirse: Vitrinde ben olayım ülke olarak, işte Batılı
ülkelerden özellikle bahsediyorum, sorunun çözümünde de ben sürecin
içindeydim mesajı vermek için ama, siz çok insani ve aslında bir anlamda
Türk diplomasisinin de ne kadar onurlu olduğunu gösteren çok önemli bir
vurgu yaptınız. Bizim derdimiz, bir anlamda bu kanın durması. Biz işin
içinde bir şekilde oluruz, ama ön planda da oluruz, arka planda da oluruz,
bu gerçekten bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak da dinlerken gurur
duyduğum ifadelerden birisi oldu bu noktada, onun altını çizmem gerekiyor.
Peki, şimdi bölgedeki faaliyetlerinizden bahsettiniz, faaliyetlerinizden
bahsederken tabii bir garantörlük meselesi geçtiğimiz günlerde gündeme
geldi, bölgeden de olumlu mesajlar da aldı. Tabii biraz önce siz
vurguladınız, bazı konular kapılar ardında masada gelişiyor ama, bizimle
paylaşabileceğiniz detaylar var mıdır garantörlük meselesiyle ilgili olarak?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Garantörlük meselesiyle ilgili aslında
söyleyebileceklerim şunlar: eğer sahici ve kalıcı bir barışın peşinde
olacaksak bölgede, yani Filistinlilere 2 devletli çözüm imkanı getirecek
olan Filistinlilere devlet, İsraillilere de bunun karşılığında bölgede
güvenlik tesis edecek ve bütün bölge halklarının barış ve huzur içinde
yaşayacağı bir durum olacak. Bunun nasıl olacağı sorusunun cevabı, aslında
biraz da tarihe bakmakta yatıyor. Yakın tarihe baktığımız zaman sorunun
kriz şeklinde artarak devam etmesini mümkün kılan faktörler neyse, bunu
elimine eden, bunlardan ders çıkartılmış bir şekilde ortaya yeni
parametreler koymak gerekiyor.
Esas itibarıyla şimdi bölgede Filistin meselesinin birkaç hususu var, yani
Mescid-i Aksa meselesi var, Mescid-i Aksa’dan dolayı bütün Müslümanları
ilgilendiren bir boyutu var, bölge ülkelerini ilgilendiren topraklarla
ilgili konular var. Şimdi biliyorsunuz İslam İşbirliği Teşkilatı’nın
kuruluş sebebi, ilk olarak Filistin meselesi yüzündendi. Müslüman ülkelerin
bu konuda çok ciddi hassasiyetleri var. Şimdi bölgede üzerinde anlaşılmış
bir barış sadece Filistinlilerle değil, bu konuda problemi sahiplenecek ve
sahiplendiği probleme bir nevi garantör olacak, yani taraflardan varılan
anlaşmaya uymasını sağlayacak ve kendi halklarının da bu anlaşmanın tarafı
olduğu vurgusunu devam ettirecek bir garantörlük sistemi. Aynı şekilde
İsrail tarafından da işin içinde garantörlerin olması gerekiyor, bu
olmadığı takdirde iki ülkenin, iki halkın bir araya gelip barış sağlama
imkanı yok.
Amerika’nın koşulsuz desteğiyle İsrail geçici zaferleri çok elde etti, ama
kalıcı bir güvenliği ve barışı hiç elde edemedi. Her bir krizde bir
öncekinde daha fazla vatandaşı ve askeri onun da ölüyor. Bu şunu
gösteriyor: giderek artan güvenlik mekanizmalarına, yardımlara rağmen,
geliştirilen silah sistemlerine rağmen, üstün teknolojiye rağmen aslında
kalıcı bir güvenlik yok. Kimin ne zaman saldıracağını bilemiyorsunuz. Niye?
Çünkü başkasının toprağını işgal etmişsiniz, bu sorunu çözmemişsiniz.
Şimdi problem şurada: Son yıllarda esas itibarıyla İsrail’in iki devletli
çözümü rafa kaldırmış olması, Filistinlilerin haklarını hiç umursamaması,
onun yerine bölgedeki Arap ülkeleriyle Amerika’nın bilek bükmesiyle anlaşma
yapması, zannedildi ki bu vesileyle bu sorun unutturulacak ve hiçbir şey
olmayacak. Tam tersine bu metodoloji son derece büyük bir yanlışlığa yol
açtı ve İsrail’in kendisi için çok büyük problemli sonuçlar ortaya çıkardı.
Şimdi bakıyorsunuz her bir ülkeyi o kadar iyi çalıştılar, her ülkeyle nasıl
anlaşma yaparlar gittiler, baktılar, Amerikalılar da geldi, ben yıllardır
yakından takip ediyorum. Geçenlerde bir yerde de söylemiştim taktik olarak
o kadar mükemmel adımlar atılıyor ki ama stratejik olarak gittikleri yol
uçuruma giden yol, göremedikleri bu. Yani her bir mevzuyu konuyu hayata
geçirirken ortaya koydukları başarı onları resmin büyüğünde yanlış bir
yerden gittiklerini görme konusunda engelledi, gözleri o konuda kör oldu ve
biz bunları söyledik. Yani tamam sizin gücünüz var, taktik konular
geliştiriyorsunuz, ittifaklar geliştiriyorsunuz, Amerika’nın, Batı’nın
desteğini alıyorsunuz, oradan birtakım teşvikleri alıp bu zor durumda olan
ülkelere veriyorsunuz ilişkileri iyileştiriyorsunuz, ama bu sahici, kalıcı
bir barış değil, bu aslında belli konuların ihmal edilmişliğini, halı
altına süpürülmüşlüğü ortaya koyan bir senaryo. Yani buradan kalıcı bir
güvenlik ve barış çıkmaz. Durum bu olunca, garantörlük konusu aslında bölge
ülkelerinin meseleyi aktif olarak sahiplenme meselesi, bunu böyle anlamak
lazım. Başka yaklaşımlar, başka alternatifler getirilebilir, başka çözüm
metodolojileri getirilebilir, ama önemli olan bir şekilde bölge ülkeleri
Filistinlilerle beraber elini taşın altına sokacaklar. Türkiye’nin de dahil
olduğu bu meselede eğer bir anlaşmaya varılırsa bu anlaşmanın uygulanması
için elimizden geleni yapacağız demeleri. Aksi takdirde bu adımlar bazen
bazılarına son derece yorucu, hatta riskli bile gelebilir, Türkiye niye
böyle bir konunun içerisine girsin diye de düşünenler olabilir. Bunlar
bölgemizi ve ülkemizi de yakından ilgilendiren stratejik konuların ön
alınarak çözülmesiyle ilgili bir konu. Eğer diplomatik olarak birtakım
şeyleri yapmanız mümkünse, yani birtakım karmaşık adımları atarak, onun
yerine bu adımları atmayıp bekleyip daha fazla büyümüş ve kapınıza ateş
olarak gelmiş bir sorunla karşılaşmanıza hiç gerek yok. Türkiye’nin
yürüttüğü diplomatik çalışmalarla bu krizleri daha büyük çabalar
gerektiren, daha fazla drama ve gözyaşına yol açan bir probleme dönüşmesini
engelleme yönünde atılan adımlar açıkçası.
SUNUCU- Peki, bu durumda aslında konuşmanızda buna dair ipuçları vardı, ama
daha somut bir şekilde sormak isterim, olası bir anlaşma, olası bir uzlaşma
durumunda garantörlerden birisini Türkiye olarak görebilir miyiz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Görebiliriz, Türkiye bu konuda dediğim gibi
ciddi bir rol oynayabilir diye değerlendiriyoruz. Tarafların, bölgedeki
diğer dostlarımızın bunu uygun bulması durumunda biz bu konuda rol
oynayabiliriz diye düşünüyorum. Tabii İsrail’in tarafında da kimler garantör
olacak, kimler meseleye girecek o da önemli. Belki bu manada uluslararası
bir formül aramak gerekiyor. Önemli olan şu Ahmet Bey: Bizim hep gündeme
getirdiğimiz bu kriz varken muhataplarımızla da konuşurken özellikle
İsraillilere de söylüyoruz, Amerikalılara da söylüyoruz konuştuğumuz zaman:
bu krizden sonra gidilecek iki yol var. Birincisi, ya art arda gelecek daha
büyük savaşlara gidilecek. İkincisi, büyük bir barış anlaşmasına gidilip
artık bu kriz sondur deyip barışla bu işin neticelenmesi. İkinci yolun
tercih edilmesi için biz çabalarımızı ortaya koyuyoruz. Umarız bu çağrımıza
kulak verilir. İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde yaptığımız
toplantılarda da bunu görüştük. Hafta sonu Kahire’de bir zirve olacak,
orada Doğu’dan ve Batı’dan çeşitli katılımcılar olacak, bizim de
desteklediğimiz bir biraraya geliş, bir platform. Umarız orada da gerek
bizim görüşlerimiz olsun, gerek başkalarının görüşleri olsun, günün sonunda
Filistinlilerin meşru haklarını veren iki devletli çözümü mümkün kılan
görüşmelerin zemin bulduğu bir atmosfere ihtiyacımız var. Bu türden her
türlü başlangıcı ve mesafe almayı biz destekliyoruz.
SUNUCU- Peki, şimdi çok net bir şekilde ifade ediyorsunuz aslında, Türkiye
bu süreçte kanın durması, en iyi senaryonun gerçekleşmesi için çok yoğun
bir çaba sarf ediyor. Ama tabii bu elbette sadece Türkiye’nin tek başına
yapabileceği bir nokta değil. Belki hiç istemesek de Allah korusun, ama
kötü durum senaryosunu da düşünecek olursak şimdi örnek veriyorum,
Hizbullah’la bir çatışma noktasında İsrail, bu noktada zaman zaman
karşılıklı ateşler açıldığını biliyoruz. İşte bir Amerikan uçak gemisi
Akdeniz’de. Rusya’dan açıklama geldi menzilimizin içerisinde diye. İyi
durum senaryosunda her şey iyi gider ve siz de az önce bahsettiniz o iki
yoldan bir tanesi belki büyük ve kalıcı bir barış. Ama eğer bu
gerçekleşmezse bölgede daha büyük riskler de barındırabilir mi? Kötü
durumda bu soruyu şundan soruyorum: Neden barış için bu kadar acele
etmeliyiz? Kötü durum senaryosu gerçekten çok mu kötü?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Gerçekten çok iyi bir şekilde sordunuz, izah
da ettiniz sorunuzun içerisinde. Alternatif biliyoruz, aktörleri biliyoruz,
tavırlarını biliyoruz, kapasitelerini biliyoruz ve tetikleme diğer ne
türden krizlerin ortaya çıkacağını biliyoruz. Alternatifi çok kötü, eğer
buradan biz barışa gitmezsek kalıcı bir barışı tercih etmezsek bölgede
kalıcı bir savaş ve istikrarsızlık bizleri bekliyor. Yani bu kimsenin
tercih etmeyeceği bir senaryo diye düşünüyoruz. Fakat insanlar bu kadar
duygusalken, yani bir noktada şiddetten başka bir şey düşünmezken özellikle
İsrail tarafında birilerinin sahici manada uygulanabilir, adil, barışı da
düşünmesi ve dayatması gerekiyor ve yüksek sesle bunu söylemesi gerekiyor.
Biz Türkiye olarak üzerimize düşen görevi yapıyoruz, yapmaya da devam
edeceğiz. Bu konuda hem kendi halkımıza hem de tarihe vereceğimiz bir hesap
var, burada alnımızın ak olmasını istiyoruz. Yoksa biz de başkaları gibi ya
çok sessiz kalabiliriz, ya hiçbir realiteyi gözetmeyen, tamamıyla
duygularımızın esiri olmuş bir şekilde hareket de edebiliriz. Ama bizim
köklü devlet geleneğimiz, tarihi duruşumuz, değerlerimiz, siyaset
anlayışımız buna izin vermez. Bizim devlet olarak ortaya koyacağımız çaba
ve çalışma, bu konuda bunun örneğini gördüm ben, çok uzun zaman birçok
konuda arabuluculuk işi içinde olunca birçok ülke hep şey derdi, Türkiye
bize geldiği zaman hiçbir gündemi olmadan, zihninin gerisinde bir şey
olmadan geliyor. Yani sadece bölgeye yönelik bir genel maslahatı ve iyiliği
düşünüyor, halbuki diğer aktörler öyle değil cümlesini ben çok duydum. Bu
konuda da biz aynı şekilde düşünüyoruz. Bu konuda ben bunu söylerken, yani
biz moral olarak çok üstün yerde duruyoruz, başkaları daha farklı yerde,
asla bunu söylemiyorum. Biz sadece kendimizin durduğu yeri ve durması
gerektiği yeri ifade ediyoruz. Şüphesiz gerçekten çok ciddi hikmetli
tavırları olan diğer ülkeler de var bölgede gördüğüm, uzun yıllardır da
beraber çalıştığımız, onlarla da işbirliği içerisindeyiz, görüş alışverişi
içerisindeyiz. Zaten böylesine kapsamlı çalışmalar yalnız yapılacak işler
değil. Yani bölgede iyi dostlarınızın olması gerekiyor, iyi ilişkiler
kurmanız gerekiyor, iyi ittifaklar kurmanız gerekiyor. Zaten sorun çözme
tekniklerinden biri de iyi dostluk oluşturmak, iyi ittifak kurmaktır, bunun
için iyi güven tesis etmeniz gerekiyor. Yani bölgede dengeleri değiştirecek
bir barış sürecini tetikleyebilmeniz için dostlarınızla beraber güvene
dayalı bir çizgide gitmeniz gerekiyor.
SUNUCU- Peki, hemen önümüzde şimdi Mısır’da da önemli bir zirve var,
Türkiye de bu zirveye bütün bu anlattıklarınızdan da çok net görülüyor ki
ciddi ve sağlam bir hazırlıkla gidiyor. Nedir bu zirveden beklentimiz?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Bu zirveden esas itibariyle tabii Mısırlı
kardeşlerimizle de görüşüyoruz, umarım gerçekten çok olumlu şeyler çıkar.
Bunların başında birincisi ülkelerin genel kabul edilmiş doğruları kabul
etmekle kalmayıp bunun hayata geçmesi için somut ne türden adımlar atarız
konusunda bir mutabakat içinde olmaları gerekiyor. Yani herkes gözyaşı
dursun, siviller ölmesin, altyapı-üstyapı yok edilmesin diyor, ama somut
adım atmaya gelince İsrail’i durduracak adımı hiç kimse atmıyor. İsrail,
eleştirilerek bu türden operasyonları yapmaya yıllardır alışkın bir ülke,
yani Amerikalılar bile İsrail’i özellikle Demokratlar biliyorsunuz
eleştiriyorlar, onların bu insan yerleştirme politikasına karşılar, iki
devletli çözümü savunuyorlar, saldırıların ve tutuklamaların nihayete
ermesini istiyorlar, onlar da söylüyorlar yeri geldiği zaman özellikle
Demokratik iktidarlar. Fakat arkasına bir yaptırım koymadığınız zaman bu
türden eleştirilerin bir anlamı olmuyor.
İsrailli halk da şöyle zannediyor: kapasitesi kendisinden daha az olan bir
rakibi döverek, ezerek, sağladığı geçici zafer hissinin ona uzun vadeli bir
emniyet ve barış ortamı sağladığını düşünüyor, burada da büyük bir yalan
var, İsrail halkına söylenen büyük bir yalan var. Oradaki devlet
adamlarının bir kısmı da aslında bunu düşünüyorlar, maalesef siyasetin
kirlettiği de çok ciddi bir devlet alanı var orada, temel problem siyasetin
meseleyi aşırı şekilde politize ederek, halkın uzun sürede alması gereken
menfaati kısa sürede siyasal iktidarın devamlılığıyla yer değiştiriyorlar.
Şimdi bu yapısal bir sorun. Bu yapısal sorun İsrail’de hâlihazırda devam
ediyor. Bu belli Batı demokrasilerinde de çok ciddi yapısal bir sorun, yani
dar parti tabanının memnun edilmesi için atılan adımlarla devletin genel
stratejisi için, halkın genel maslahatı için atılan adımların çok ciddi
tezat teşkil ettiği ve bu tezatın bir türlü giderilemediği bir sistemin
içindeler. Bunun önlenmesi gerekiyor, şu anda bunu önleyecek bir akıl var
mı, duvara çarpmadan bu önlenebilir mi, onu göremiyorum ben şu anda. Ama
gördüğüm şu: bu tavrın özellikle Filistin kesiminde Gazze başta olmak üzere
çok ciddi sivil can kaybına sebep olması. Bunun bir an önce durması
gerekiyor. Biz ilk başta bu kan kaybının durmasını, gözyaşının durmasını
istiyoruz. Ama dediğim gibi yapısal dönüşüm sağlanamazsa İsrail politikası
ve bakış açısında ve İsrail’i destekleyen diğer ülkelerde, uzun vadede bu
kendini tekrar eden bir şey olmaya devam edecek tıpkı önce olduğu gibi.
Bunu görmek ve analiz edebilmek için çok zeki olmaya gerek yok.
SUNUCU- Peki, son olarak şunu sormak isterim: İsrail-Filistin meselesinde
bu yoğunlukta TRT Haber yayınlarını ne kadar takip edebiliyorsunuz
bilmiyorum, ama sık sık Gazze’nin içerisinden bağlantılar alıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde hem bir meslektaşımız, hem de bir sağlık çalışanının
söylediği bir konu vardı, biz Türkiye’ye teşekkür etmek istiyoruz, çünkü
bizim derdimizi dünya kamuoyuna en çok aktaran hem basın olarak, hem
Hükümet olarak Türkiye dedi. Durumları çok zor, ama olur da bu yayını bir
şekilde takip edebilen Gazzeliler varsa, onlara bir mesajınız var mı bu
noktada?
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben Gazzeli kardeşlerime her şeyden önce
büyük bir sabır diliyorum ülkem adına, devletim adına, halkım adına.
Elimizden gelen her şeyi yaptığımızı bilmelerini istiyorum. İnşallah
bugünler geçecek ve Türkiye, onların yanında olmaya devam edecek. Şu anda
onların yanındayız, bütün yardım sistemimiz inanılmaz bir şekilde, gerek
devlet organları, gerek sivil toplum örgütü muazzam bir şekilde çalışıyor,
onlara yardım ulaştırmak için var güçleriyle faaliyet gösteriyorlar.
İnsanlarımız, yardım edebilenler yardım ediyor, dua ediyor, bunlar çok
kıymetli şeyler, onlar yalnız değiller. Biz 3 günlük yas ilan ettik,
Cumhurbaşkanımız da bu konuda çok hassas. Bu acıyı, bu kederi kendimizin
acısı ve kederi olarak görüyoruz, bu çok kıymetli bir şey. Bu konuda
müsterih olabilirler, yalnız değiller.
SUNUCU- Sayın Fidan çok teşekkür ediyoruz, yaklaşık 1 saatlik aslında
uzunca da bir yayın oldu. Konuşacak çok fazla, soracak çok fazla soru var,
ama siz de söylediniz; 3 günlük yas sürecinin içerisindeyiz. Bu noktada
gönül isterdi ki bambaşka meseleleri, hatta belki böyle zaman zaman
yüzlerimizi de gülümsetebilecek süreçlerde ilerleyelim. Belki ilerleyen
günlerde farklı röportajlarda. Ama ilk televizyon yayınını da TRT Haber’de
yaptığınız için bir kez daha teşekkür edelim sizlere bu noktada
programımıza katıldığınız için de.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN- Ben teşekkür ederim.
SUNUCU- Sevgili izleyenler; konuğumuz Dışişleri Bakanı Sayın Hakan
Fidan’dı, sorularımızı sorduk, çok kıymetli yanıtlar aldık.
Sözü yeniden merkeze bırakalım.
* Interpress deşifresidir.